You are here
Kahrolsun şovenizm!
Kıraç'tan bir işçi
Burjuvazi biz işçileri küçük yaştan itibaren sömürmeye başlıyor. Din, dil, ırk ayrımı yaparak bizleri birbirimize düşürüp kendi çıkarları doğrultusunda istediği şekilde yönlendiriyor. Burjuvazi biliyor ki, eğer bizler işçi sınıfı olarak bir araya gelirsek, bilinçli bir şekilde örgütlenirsek bu kendisinin sonu demek olur. Yani burjuvazi bizi bize karşı kullanarak sistemini devam ettiriyor.
Dediğim gibi burjuvazi bizleri daha küçüklüğümüzden itibaren kendi sermayesini arttırmak için yetiştiriyor. Ben küçük bir köyde doğmuş bir insanım. Ana dilim Kürtçe olduğu için okula başlayana kadar haliyle Kürtçe konuşuyordum ve bu konuşmamdan da çok memnundum. Ta ki okula başlayana kadar. Okula başladığım günü hiç unutmuyorum. Benim için çok heyecanlı bir gündü. Bir gün önceden bütün eşyalarımı hazırlayıp çantama koymuş, önlüğümü bir gün önceden giymiştim. O kadar mutlu ve heyecanlıydım ki sabaha kadar uyku bile girmedi gözüme. O gün, okul hayatımın sonuna kadar yaşadığım tek mutlu gündü diyebilirim.
Okula gittiğimde öğretmenin bize ilk söylediği şey şuydu: “Bundan sonra kimse KÜRTÇE konuşmayacak, evde bile konuşmayacaksınız. Bizler Türküz, insanlığın en şereflisi Türklerdir, eğer siz de şerefli olmak istiyorsanız Türkçe konuşacaksınız. Buna uymayanlar cezalandırılacaklar.” Evet gerçekten de dediğini yaptı. Bizden büyük olan öğrencilere bazı küçük hediyeler vererek onları kandırıp Kürtçe konuşanları ispiyonlamasını öğretmişti. Bizler küçücük yaşta yani sevgiye, şefkate muhtaç duyduğumuz bu dönemde, kendi anadilimizle konuştuğumuz ve bilmediğimiz bir dille konuşamadığımız için dayak yiyorduk. Ailelerimize söylemememiz için de bizi tehdit ediyorlardı.
Sözde bizi eğitecek, öğretecek ve burjuvazinin deyimiyle bizleri adam edecek öğretmenler tarafından, ilköğretim ve ortaokulu bu şekilde eğitilerek bitirdim. Liseye gittiğimde ise durum pek farklı değildi. Hatta daha kötüydü. Çünkü liseyi milliyetçiliğin en yoğun olduğu bir şehirde okudum. En yoğun diyorum çünkü okulun ilk günlerinden itibaren Kürtlere ve Doğululara karşı öyle bir tepki vardı ki anlatılamaz. Teneffüslerde, okul çıkışında kendimizi savunmak için Ülkücülerle sürekli kavga etmek zorunda kalıyorduk. Bu yetmiyormuş gibi ayrıca öğretmenlerle de mücadele ediyorduk, çünkü öğretmenlerin de hemen hemen hepsi Ülkücüydü ve onlar da bizleri istemiyordu. Çıkan kavgaların sonunda genelde haklı olduğumuz yerde haksız duruma düşüyorduk. Öyle ki bir gün okul yolunda Ülkücüler tarafında saldırıya uğrayarak bıçaklandım. Olay yerine gelen polisler ise beni hastaneye götüreceklerine karakola götürüp nezarethaneye attılar. Bana saldıran çocuklara ise sanki hiçbir suçları yokmuş gibi tutanak bile tutmadılar. Onlara göre suçlu bendim. Hakkımda tutanak tutuldu, ama yaralı olan ben olduğum için olayı fazla büyütmemek için bana ceza vermeden olayı kapattılar. Bu yaptıklarının sebebini sorduğumda ise bana şu cevabı verdiler: “Suçun Kürt olmak!”
Üniversiteye gittiğimde de değişen bir şeyin olmadığını ve sistemin aynı şekilde devam ettiğini gördüm. Kürt olduğumuz için kiralık ev bile bulamıyorduk. Okul bittiğinde öyle bir hale gelmiştim ki ben de Türklerden nefret etmeye başlamıştım. Ta ki UİD-DER’li arkadaşlarla tanışana kadar. Onları tanıdıktan ve Marksizmi öğrendikten sonra anladım ki burjuvazi milliyetçiliği o kadar iyi kullanıyor ki, Kürt, Türk ve diğer etnik gruplara ait olan bizleri birbirimize düşürerek bir araya gelmemizi engellemeye çalışıyor. Bunun için de elindeki bütün araçları en güzel şekilde kullanıyor.
Gerçekten de UİD-DER öyle ayrı bir ortam ki hiçbir yerde görmediğim sıcaklığı, güveni, samimiyeti orada buldum. Burası din, dil, ırk ayrımcılığı yapılmaksızın insan olmanın, insanca yaşamanın nasıl olduğunu öğreten bir yer. En önemlisi de, kapitalizmin üstümde bıraktığı pisliklerden arınmaya çalışıp kendi sınıfımı öğrendim. Artık benim için iki sınıf var: işçi sınıfı ve burjuvazi. Kendi sınıfımdan gurur duyuyorum.
Bu ortamda kısa süre içinde o kadar önemli şeyler öğrendim ki, eski arkadaşlarım bile çok değiştiğimi ve bilinçlendiğimi söylüyorlar. Ben konuştuğum zaman sınıfımdan öğrendiğim o önemli şeyleri söylediğim zaman beni dinlemek zorunda kalıyorlar ve doğru buluyorlar. Bu da bana gurur veriyor.
Bir daha söylüyorum, iyi ki UİD-DER’le ve arkadaşlarımla tanışmışım.
Yaşasın UİD-DER, yaşasın işçilerin dayanışma gücü!
Yılmaz Güney'in “Duvar” filmi